Monday, March 12, 2012

BİR MÜZİK TÜRÜ OLARAK SİREN

Sanırım müzik dinlemeyi hayatının önemli bir yerine koyan, zaman zaman hayatının soundtrack'ini yapabilme gücünü elinde bulundurabilecek olan herkes güne başlarken seçtiği ya da duyduğu müzik türüyle kontrol edebilir başladığı günün devamını. Örneğin sabah mutlu bir parçayla uyananların eminim ki günü de daha pozitif geçiyordur, melankolik bir şeyler dinleyenler ya da anısı olan bir parçayı duyanlar için de durum aynı olmalı sanırım. Kendi adıma söylemek gerekirse, günün gelişiminde başlangıç müziği önemli bir yer tutuyor benim hayatımda da.

Sabah uyandığımız anı ele alalım, bazen uyanır uyanmaz aklınıza bir şarkı gelir ve belli belirsiz mırıldanır bulursunuz kendinizi. Hemen ardından gelen acaba rüyamda mı duydum sorusundan bahsetmiyorum bile. Ya da kalkınca ilk yapılan şey olarak radyo açmak, dinlediğiniz şarkı listesinden bir şarkı seçmek, sonrasında kahvaltıyla beraber arka fona itinayla müzik yerleştirmek vs... Peki hiç düşünen oldu mu ilk duyduğunuz şey sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz bir şarkı değil de gıcık bir siren sesi olsaydı durum ne olurdu?

Benim bunu düşünmeme gerek kalmadı zira bugün yaşadım. An itibariyle Avusturya'nın ufak bir şehrindeyim ve eski zaman kuralları burada geçerliliğini halen korumakta. Şöyle anlatayım, sabah gözümü açtığımda garip bir siren sesi geliyordu mahalleden. Art arda bir kaç kez kesik kesik uzaktan gelen siren sesi. İşin aslını öğrendim hemen, ya bir yerde yangın çıkmıştı ya da büyük bir kaza olmuştu. Zaten sonrasında da ambulans sesi tamamladı bu imdat sirenini.

Bizler, özellikle 80 ve sonrasında doğmuş büyümüş şehir çocukları ilk yardım arabalarının siren seslerini biliriz de (hele de polis sirenleri) bu tip binalardan gelen yardım çığlığı niteliğindeki sirenlere pek aşina değiliz sanırım. O kadar garip ki, insanı çok farklı bir ruh haline götürüyor anında. Sonuçta yeni uyanmışsınız, etkilenme anlamında savunmasız ve korunaksızsınız, ilk duyduğunuz şey (melodi diyelim) sizi anında etkisi altına alabilir.
Şunun gibi bir şey
bahsettiğim ses. Orta Avrupa özellikle bizler için 2. Dünya Savaşını andırdığından mıdır nedir, savaş ya da hepimizi tehdit eden bir durum var sanıyoruz otomatik olarak bu gibi sesleri duyduğumuzda!

Bu durumun başka bir versiyonu daha var. Bizler her 10 Kasım günü 9:05'te bütün siren seslerini aynı anda duyarız ve ülkenin bir garip yası olarak algılayıp Atatürk'ün yitişine saygı duruşu eşliğinde ağlarız ya hani, durum burada benim için biraz daha vahim aslında. Her cumartesi öğlen yani saat tam 12:00 olduğunda tüm şehrin sirenleri ama ağlamak için değil sadece test için çalınıyor burda. Maksat acil durumda fabrikalar, bankalar ya da itfaiye gibi yerlerin alarmları çalışabiliyor mu kontrol etmek. Eğer ki cuma geç yatmış ve ertesi gün yapacak şeyiniz olmadığından uzun süre yatakta kalma planı içerisindeyseniz ilk duyduğunuz ses bu olduğunda her yiğit avusturyalı "saat 12 olmuş" derken bendeniz "eyvah Atatürk" hüznüyle reaksiyon göstermekteyim duruma. Dediğim gibi durum vahim ve sanırım siren sesleri hayatımın bu derece içinde olduğundan beri onlara farklı yaklaşır oldum.

Bu sabahın bende bıraktığı ruh hali ise hafiften melankolik bu sebeple.
Sırf isminde siren geçtiği için değil, melankolisi de azımsanamayacak ölçüde olduğu için sanırım bu parça bana eşlik etti bugün:



Kişisel bir günlüğe benzeyen bu yazının ana fikrini düşündüm ama bir türlü bulamadım sonra da dedim ki kendime, zaten dışarısı kasvetli ve yağmur yağıyor alabildiğine. Artık neşelenmenin zamanı geldi bu kasvetli ortam beni içine daha da çekmeden! O yüzden demin twitter sağolsun her 3 kişiden birinin bahsetmesi ile haberdar olduğum 28 Haziran Metronomy ve Two Door Cinema Club İstanbul konserini kutlar, bir adet "Something Good Can Work" ile günü gün ederim!

"Let's make this happen, girl you gonna show the world that something good can work and it can work for you. And you know that it will."

Friday, March 9, 2012

MIX TAPE YALAN OLDU AMA BEN BURDAYIM

Başlığı bir girizgah cümlesi olarak da algılayabilirsiniz okuyucular ya da eskiyi hesaba katarsak "dinleyiciler".

Uzuun zamandır karışık kaset hazırlamadım, uğraşmadım çünkü parçaları sırala,kaydı al, mp3e dönüştür, upload sayfasına ekleyip playeri buraya yapıştır filan derken herşey fazla sanal geldi bir anda ve evet itiraf ediyorum üşengeçlik ağır bastı. Neymiş, mix tape koyunca ismini, mix tape olmuyormuş... Elle tutmak lazım, record tuşuna kliklemek değil de parmakla basmak lazım işte.

Ayrıca zaten kaç kişisiniz bilmiyorum dolayısıyla kimin umrunda oldu gerçekten hiç bir fikrim yok fakat "aa neden yeni tape gelmedi yahu" diye kafada soru işaretlerinin dolaştığını düşünmek ütopik bir masal olurdu benim için sanırım.

Peki o halde eğer hala bu adres var ise o zaman artık ne içerecek bu adres? Herşeyden önce belli bir rutine bağlamadan, ne sıklıkla olduğunu planlamadan aklıma takılanları, dinlediklerimi, nefret ettiklerimi yansıtabildiğim bir defter olacak kısaca. Artık Dr. John Watson bile blog yazıyorsa benim durduğum kabahat zaten!
Peki o zaman ilk aklıma takılan ile başlamakta fayda var.

İtiraf ediyorum ilk dinlediğimde Florance and the Machine'i 80 sonları, 90 başlarından kalma bir grup sanmıştım hatta sound olarak da yüksek kalitede olduğuna bu yüzden şaşırmıştım! Sonradan farkettim ki artık neremden uydurduysam çok isabetsiz bir atış yapmışım. Ama sanırım bu tespitimden dolayı her duyduğumda sanki o zamanlardan kalma bir grupmuş gibi hissediyorum ve bu da onları daha çok sevmeme neden oluyor. Dönem nostalji dönemi ne de olsa, e ben de bu modaya uymuşum anlaşılan. Örneğin işin aslını öğrenmeden önce deliler gibi "Shake It Out"un cover olduğunu düşünüp araştırma yapıyordum, hala da içim ikna olmadı belirtirim!

O kadar Florance and The Machine dedik bir de video koyalım o halde.



Ceremonials'da yer alan parçaların her birini teker teker ezberledim sayılır ama ilk albümleri Lungs'ı hala dinlemiş değilim, bu satırlar biterken ise dinliyor olacağım!

Nostalji demişten, bir de Lana Del Rey'den bahsetmeli sanırım! Nostaljinin inanılmaz derecede ticarete yansımış hali, öyle ki Instagram'dan sonra tek geçerim bu pazarlamayı! İlk kez Lana Del Rey adlı hanım kızımızın varlığından radyo ile haberdar olmuştum, hem -şu sıralar yaşadığım yer- avusturya hem de türk radyolarında çokça çalmaktaydı çünkü. Nasıl görünür, neye benzer bir fikrim olmaksızın saf saf sevdim ve dinledim kendi halimde oturup şarkılarını ta ki bir araştırıp canlı kayıtlarına bakana kadar. Talihsiz canlı kayıtlardan sonra kendimi verdiği röportajları izlerken buldum. Video Games'e çekilen video ile retro gençliğin yüreklerini hoplattığı aşikar ama tamamen bir pazarlama ürünü olması ve yapaylığı, gerçek dışılığı benim Lana Del Rey'in parçalarını bile dinleyemememe neden oldu. Bu konuda yazılmış güzel bir yazı için Çetin Cem'in Çekme Kasetine bakmanızı tavsiye ederim, tamamen düşüncelerimin yansıması, yazılara dökülmüş halidir çünkü!

Lana del Rey - Video Games



Bu arada, Iphone'um yok dolayısıyla Instagram'ım da ama eğer olsaydı çok pis sarardım bunu da söylemek lazım!

İyi geceler.